Dilim varmıyor, diyemiyorum. O gün bir yiğit öldü, dediler; ölümleri yenen yiğit, ölmezliğe eren yiğit… Nasıl oldu ölümün eli dokunabildi ona; duydum, işittim, inanamadım…
19 Mayıs’a sordum, 23 Nisan’a sordum, 30 Ağustos’a sordum, 29 Ekim’e sordum, tarihin gözleri yaşardı; ağladım, ah ettim, inanamadım…
Sakarya’ya sordum, Kocatepe’ye sordum, Dumlupınar’a sordum, Anayurdun kalbi kanadı. Kalbimden vuruldum, inanamadım.
Geçen yolculara sordum, esen yolculara sordum, güllere, bülbüllere sordum, “yok!” diye boynunu büktü her duyan; bir cihan yıkıldı sandım; yandım, yıkıldım, inanamadım… Nasıl inanabilirim; dağınık ruhlardan millî birlik yaratan, yarattığı birlikten doğan Atatürk ölür mü hiç? Söyle nerdesin, nerdesin, nerde mucizeler yaratan sesin?
Nasıl inanabilirim; bizi millet bütünlüğüne, yurt bütünlüğüne kavuşturan, bizi hayata, hürriyete eriştiren en büyük Türk ölür mü hiç? Söyle nerdesin, nerdesin, nerde inkılâplar yaratan sesin?
Nasıl inanabilirim. Yurdumuzun kurtarıcısı, devletimizin kurucusu, inkılâpların yaratıcısı eşsiz kahraman Atatürk ölür mü hiç? Söyle nerdesin, nerdesin, nerde tarihler yaratan sesin?
Baharlar seni özlüyor vay!... Bahar yüzlü çocuklar seni gözlüyor vay!.. sulara eğilen söğütler seni düşünüyor vay!... söğütlere yaslanan çobanlar sana yanıyor vay!.. Bütün yurt, bütün dünya seni anıyor vay!.. Söyle nerdesin, nerdesin, nerde dünyalar yaratan sesin?
Oy, açmasın güller, açmasın; yasımız var bizim. Ötmesin kuşlar, ötmesin, acımız var bizim… Esmesin rüzgâr, esmesin, yolcumuz var bizim.
Yok! Ne yol, ne yolculuk!.. Sen gitmedin, gitmedin, sen bizdesin, bizim içimizdesin Atam; ne yana baksak sen, seni canımızda can gibi; kanımızda kan gibi taşıyoruz, taşıyacağız; yarattığın her eseri bir armağan, bağlılığı da en ulvî bir liman bilerek yaşıyoruz, yaşayacağız.
İşte bu inançladır ki açtığın medeniyet yolunda gönül ve ülkü birliğiyle yürüyoruz. Çetin yollar, ayaklarımızın altında çürüyüp dökülüyor, bir gün olup tüketeceğiz ve yeryüzünün en ileri milletlerinden biri biz olacağız. Bunu duy ve rahat uyu! Bir zamanlar biz uyuyorduk, başımızı sen beklemiştin. Bu gün de sen uyuyorsun. Nöbeti bize verdin. İsminin ve eserlerinin ebedî bekçileri biz olacağız. Bunu yedi yaşındaki çocukların önünde yetmişini aşan bir yürekle ben söylerim. Onlar da yetmiş yaşında yine böyle söyleyecekler, böyle yapacaklar. İşte ölüme karşı öcümüz, yarına karşı gücümüz ve sana karşı borcumuz bu.
Ey milletin önünde nura doğru koşarken nur olan Türk, ey Atatürk, toprağın nur olsun, nur içinde uyu, nur içinde yat.